27 Şubat 2010 Cumartesi

Merhamet ve doğumgünü


Adına “Güneş” dediğimiz, orta halli yıldızın etrafındaki otuz sekizinci turuma Vatikan’da, Michelangelo’nun “Merhamet” heykeline bakarak başladım.

San Pietro’nun kubbesi, Selimiye Camii’ndekiyle benzer bir etki yapıyor. Bir ses diyor ki: “Burada dua edersen, seni duyabilir. Yoksa biz sen olmadan da pekâlâ idare ediyoruz. Ama dua, hayrına olur.”

Ben otuz sekizinci yaşıma girmekle meşgulken, güneşli bir gün yaşıyordu Roma. Yerlilerin çoktan kanıksadığı, bahardan kalma bir Şubat. Doğduğum saatte Eskişehir’deki kar fırtınasını anlatan annemi hatırladığımda daha da billurlaşan, Akdenizli bir gün. Panathinaikos’la oynanacak rövanş, Romalıların gözünde doğumgünümden açık ara daha önemli.

Biz Michelangelo’nun heykeline bakarken turistler o alışkın olduğumuz fotoğraf çekme ayinindeydi. Heykelin karşısındaki sayılı dakikalarını dijital tutkularla geçiren insanoğlunun çektiği fotoğraflara eve döndükten sonra kaç kez baktığını düşündüm, flaşlar arasında. Yolculukta yanıma fotoğraf makinesi almamayı tercih ediyorum: Zamanımı bir klasörün derinliklerinde unutulacak resimlere değil, gördüklerime ayırmak daha anlamlı.

Orijinal adıyla “La Pieta”dan neden etkilendiğimi çok düşünmüşümdür. Sanırım ilk neden, mermerdeki figürlerin mesihle kutsal annesinden çok acılı bir anneyle oğlunu çağrıştırması. Çarmıhtan henüz indirilmiş, ölümün eşiğindeki oğluna bakan anne, dini bir motifin ulaşabileceği en beşeri konumu simgeliyor ve teolojik tartışmaları bir an için unutarak baktığımızda, dramın insaniliği sarsıyor bizi.

Eksik kalan ulviyet duygusunu da Michelangelo’nun dehası tamamlıyor tabii. Meryem Ana'nın yüzünde, oğlunun nereye gittiğini bilmenin tevekkülü var. İhtişamla tevazunun bu alışılmadık bileşimi, küçük ve önemsiz olduğunuzu hissettiriyor: Gayrı ben küçüğüm, kaygılarım, umutlarım önemsiz. İçimi kavuran dertlerin ve yaşama sevincimin “şu durmadan kurulup dağılan alemdeki” önemi, en fazla zerre.

Meryem Ana’dan oğluna akan merhamet, insanın kendi beyhudeliğine acımasına, bir adım sonrasında da güçlü bir özgürlük duygusuna kapı aralıyor. San Pietro'nun kubbesi başınızın üzerinde, Selimiye misali yükseliyor: Otuz sekiz yaşındasınız ve küçüksünüz, çok şükür.

2 yorum:

  1. Sanırım haklısınız.O hevesle çekilen fotograflara pek de sık bakılmıyor. Hatta bilgisayarın dosyalarında kendi haline terk ediliyor çoğu zaman.Bu bakmadığımız fotoğrafların bilgisayar çökerse diye bir de yedeklerini tutuyoruz.Evet,San Pietro kubbesi,heykelleri ve duvar resimleri ile etkileyici bir mekan.Ben şans eseri pazar ayinine denk gelmiştim.Kardinal ve papazların dualar eşliğinde kilise içinde yaptıkları geçişi kayıt imkânım olmuştu. Onu da seyretmediğimi hatırlattınız.Ve bu satırları yazdıktan sonra bakma isteği uyandırdınız. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. iyi de o fotoğraflar sayesinde bilmiyor muyuz biz bir çok seyi?Tarihi gerçeklerden, ya da bir fotoğrafın kenarında yakalanmış bir suç anından bahsettiğim yok, ama yine de o andaki suratımızdaki gülümseme ya da arkadaşınızın omzuna atılmış bir elle arkadaki manzara tamamlamıyor mu çoğu zaman hatrımızdaki eksik kalmış bir anıyı, bir somutluk katmıyor mu yaşadıklarımıza, o anıyı anlatırken sözcüklerimize hacim kazandırmıyor mu? Ben devam edeceğim fotoğraf çekmeye ve dakikalar, saatler, günler, aylar,ve hatta yıllar geçtikten sonra bile bakıp zihnimin ışık görmeyen yerlerinde kalmış anılara bilgisayarın donuk ışığını götürüp aydınlatmaya.(bu yazının fotoğraf hakkında olmadığının farkındayım, ama yine de söylemek istedim. teşekkürler )

    YanıtlaSil