29 Temmuz 2010 Perşembe

Evler


Bazen kışkırtır dinginlik, biraz da
bu yüzden üstlenir ya insan uzakları:
Pazar yerlerinden dönen o hüzne yatkın
kadınların ve küçülen krallığındaki yorgun
haritacıların düşlerine daha fazla
girmemek için. Uçsuz düzlüklere, tozlu
bir yola açılan arka kapı bulunur hep,
kulağı ıslığında bir küheylan. Aslında her ev
kendi masalına kapanmış, kuytu birer
bilmecedir; Kimler kurmuş, hangi töreye
yaşlanmışlardır artık güçtür anımsamak.
Birkaç mimar adı sayar kişioğlu, bir o kadar
mühendis ve duvar ustası. Oysa bir ayraç
açık durur hep, seni izler. Sen uyanır
harfleri örtünürsün: Uyanınca çünkü yazılmalı
düşler.

Filibe, 1992

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Houses


Serenity sometimes provokes, perhaps
that’s why people seek faraway places:
In order not to delve further into the dreams
of wistful women returning from
the market place or of tired map-makers in their
shrinking kingdoms. A back door opening onto
an endless flatness, onto a dusty road can always be found
a horse alert to the whistle. In fact every house
is a hidden puzzle enclosed within its own tale:
Who built it, which traditions it clung to,
it’s hard to remember all this now.
One can name a few architects, an equal number of
engineers and bricklayers. It, however, keeps opening
a bracket, watching you. You wake up and wrap
yourself in letters: For dreams should be written down
upon waking up.

Plovdiv, 1992

Translation: Suat Karantay

Senin altın pencerelerin


Camı aç, eğil yavaşça. Uykulu
duvarlarına sürçsün Eylül yağmuru.
Künyemdeki mutlu prens, ama örtük
bir hüzünle hep, iki büklüm bir
cennet getiriyorumdur sana kursağımda.
Belki sorular sorarız karşılıklı, yorgun
atımın yelesini okşarsın sen, ben bir bir
kapatırım açtığın camları. Bazen umutsuzdur
kavuşmak: Her zaman kazanır, kendini
açmasını öğrenmiş o sürekli yara.

Filibe, 1993

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Poeta pirata est


Ayrı kıyılarda sevip ayrıldığı
her kokudan bir şey kalmıştı ona.
Kuzeydeki denizlerin serinliğini
getirmişti kimi, kimi de çöllerinin
susamışlığını. Bütün o güzel adları
hatırlamaya çalışarak kırışık
denizlere pergeller saplamıştı
gece boyunca: Her korsanın bir düşmanı
olmalıydı, oturup konuşacağı, ölümden
korkarak ve uzun uzun alışarak yaşadığına.

Filibe, 1993

25 Temmuz 2010 Pazar

Ayak izlerinde kadınlar


Tanrılıktan çıkmış
bir tanrı gibi sevindim
ayaklarınıza, onlarla ayrı
seviştim. Böyle böyle aştım
bileklerinizi, aşık
kemiğinizde dolaştım da durdum.
Ben ki ayak basılmadık
bir kıtaydım, çiğnenmemiş
bir kural, o ayaklanmadıkları
zorba; her çıplaklığa yakışacak
ayaklarınıza yetiştim. Boşuna
yaşanmıyordu demek, milyonlarca
yıllık evrim.

Ağustos 1994, Filibe

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Dönüşüm


Nehirleşiyorum geceden
gündüze, iri şehirlerin
tanelediği verimli bir
salkıma dönüşüyor kollarım
bacaklarım, halka halka
genişleyen ilkel bir
güzelliğe. Zaman mı, yoksa
yaşadıklarımız mı her defasında
bizi buluşturan? Yangın
merdivenleri, uygun adım
günlerin arasından bir
bakmışım genç bir uygarlık
uçuklamış ağzımın kıyısında:
Bakmıyorum, senden bir yatakta
sürüyor denize doğru seferim.

Filibe, 1993

23 Temmuz 2010 Cuma

Ayabakanlar


Bir çıplaklığa varmak için
bütün bu giyinmeler -bir iki
silkinip yenildiğimiz uyku,
demlediğimiz yalın düş.
Kendi yalnızlığıyla geçinen
bir çocuktur İspanya, şatolarını
en kadın yanlarımızla kurduğumuz.
İşte korkuncuz anlamakta bunları,
kenarlı şapkasıyla görünmüyor mu
Panza, o inatçı çocukluk yetişiyor
anlaşılmaz haberlerin ardından:
yıllar sürmüş sürgününden
kurtulması atlının.

Haziran 1994, Filibe.